Kategoriler

5 Aralık 2016 Pazartesi

Captain Fantastic


 Selamlar fantastik olmayanlar. Ne dersiniz özgün bir hikayeye doğru yola çıkalım mı? Seninle yola çıkamam Duygu derseniz buyrun izleyin filmi, kendiniz karar verin. İzlediğim hiçbir filme benzemiyor hatta okuduğum (hatırladığım kadarıyla) hikayelerde bile rastlamadım bu konuya. Nasıl merak ettiniz değil mi?


 Konusu eşsiz, eğlenceli, çarpıcı, az biraz düşüncelerinizi zorlayan cinsten. Neredeyse dış dünyaya tamamen kapalı bir aile, bir baba ve altı çocuk... Sıradan yaşam şeklinin dışındalar. Doğmak, büyümek, okula gitmek, iş bulmak, evlenmek, çocuk yapmak, huzursuz bir evde vakit geçirmek, birbirini kısıtlayan bir aileye sahip olmak, emekli olmak ve ölmek... İşte bunlar, bunlar onlara göre değil. İnanılmaz bir şekilde yetişmiş altı çocuk, mükemmel bir fiziksel-ruhsal-kültürel eğitim. Yalansız, aldatmacasız, açık bir hayat! Düşünsenize küçüklüğünüzden beri öyle yetiştirildiğinizi, sen anlamazsın daha küçüksün cümlelerinden uzakta -sözde küçükleri korumak için kurulan basmakalıp cümleler- belki de hayata bakış açınız daha farklı olurdu belki daha az hata yapardınız belki daha çok severdiniz belki hiç yalan söyleme ihtiyacı duymazdınız kim bilir?.. Ya da sadece filmin etkisinde olduğum için bu kadar rahat konuşuyorum.



 Bütün bunların dışında dünyaya kapalı yaşamak, teknolojiden, kolaylıklardan, arkadaşlardan vb. şeylerden uzak kalmak... Bir de üstüne yaşam stilinizi kimsenin anlamadığını hatta herkesten farklı olduğunuz için size garip gözlerle bakıldığını, onların dünyasını bilmediğiniz için dalga geçildiğinizi düşünün. Bilmiyorum bunların hepsine dayanabilir miyiz şu anki hayatlarımıza sahipken!



 Ya da en güzeli ne yapalım biliyor musunuz? İzleyelim filmi üstüne oturup tartışalım sonra gidip akıllı telefonlarımızı, bilgisayarlarımızı, müzik çalarlarımızı vb. kullanmaya devam edelim her zamanki gibi. Tabii ki onlar gibi olacak halimiz yok Duygu hangi dünyada yaşıyoruz, diyeceksiniz. Haklısınız aynısını ben de düşünüyorum. Ne bileyim sadece biraz daha yalın biraz daha abartısız biraz daha samimi biraz daha sevgi dolu mu yaşasak acaba diyorum?...



 Bir de başrolde Sevgili Aragorn var. Daha ne olsun. Sevgiler, D!

The Fall



 Mini mini seriler gelip rüyalarıma girdiler. ^_^ Bu aralar nedense eski dizilerimin çoğuna ara verdim. Sıkıldım sanırım aynı konulardan. Mini seriler daha yoğun oluyor daha etkileyici oluyor. Ha tabii ki eski dizilerime ihanet etmiş olmak istemem sonuçta onları da çok seviyorum sadece çoğuna küçük birer ara verdim. ^_^  Bu dizi o kadar dehşete düşüren bir konuya sahip ki nasıl anlatsam bilemedim. Gerilimi hissedebiliyorsunuz yüksek dozda. Özellikle gerçekçi bir hikayesi olduğunu düşünürsek!..

 Ee ne anlatıyor ki derseniz temel noktası fazla seri bir katilin işlediği cinayetleri anlatıyor. Alt katmanlarında ise katilin o noktaya nasıl geldiğini, çocukluğunda neler yaşadığını anlatıyor. Bir de diğer tarafta polisler, olay yeri incelemeleri, kanıtlar, adli tıp, psikiyatrlar, akıl hastaları, avukatlar, duruşmalar, savcılar, o şehrin insanlarının yaşadığı korku, katilin hayatına bir şekilde dokunan insanların hayatları, onların düşüşleri vb.

 Bana Dexter Morgan, Hannibal Lecter, Norman Bates vb. katillerden farkını söyle derseniz hikayesi her zaman gerçekleşebilecek, her an karşımıza çıkabilecek bir katil Paul Spector. Dizinin iyiliği, kötülüğü, kalitesi, oyuncuları arasında karşılaştırma yapmıyorum ama yanlış anlamayın orayı. Favori katilin kim derseniz Dexter derim şu an için. Ama ben polisiye-gerilimi en çok romanlarda seviyorum onu da söyleyeyim. En son geçen aylarda Jo Nesbo'nun Leopar kitabını okudum. O tarzı severseniz bir göz atın derim.

 Güzel bir gerilim, güzel bir dram, güzel bir polisiye dizisi arıyorsanız izlemeyenler izleyenlere kesinlikle izlettirsin derim.

 Ve gününüz bu konulardan oldukça uzakta bir güzellikte geçsin, sevgiler D! :**