Kategoriler

13 Ağustos 2016 Cumartesi

The Curious Case of Benjamin Button


Cumartesi öğleninden merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Bugün eski yazılarımdan bir şey paylaşmayacağım. İlk çıktığında sinemada izlediğim ve dün tekrar izlediğim filmden bahsedeceğim size. Aradan yaklaşık 8 yıl geçmiş bu filmi izleyeli. Dün izlediğimde filmi yeniden izlediğimi hissettim. Aradaki yerleri meğer hafızam silmiş. Ve ilk izlediğimde üniversitede 3. yılımdı. O zamanki Duygu'yla şimdiki Duygu arasında dünya kadar fark var. O zamanlarda insan daha duyarsız daha vurdumduymaz daha sorumsuz, hayatla ilgili detaylara daha az takılan birisi oluyor. Ha tabii ki bunların en kötü halinde değildim ama şimdiki sahip olduğum kişiliğim gibi de değildim. İstisnasız herkeste bu değişim görülür. Ve bence çok da iyi bir şey, insanın daha iyi bir kişiliğe doğru yol alması...

Neyse ben filmle devam edeyim en iyisi. :) Filmi izlemeye başladığımda aklıma iki soru geldi. 1- Birisini ya da bir bebeği (gerçekten) çok çirkinken sevebilir miyiz? 2- Seveceğimize emin olduğumuz birisi için doğru zamanı bekleyebilir miyiz?

Filmde düşündüren konulardan biri -hatta neredeyse düşündüren tek konu- de 'zaman' kavramıydı. Özellikle istasyondaki saati yapan adamı gördükten sonra aklıma geldi bunlar. Zamanın geriye işlemesi hatalarımızı telafi etmemize yardımcı olur mu? Yoksa o hatalarımızı yaptığımız için mi biz 'biziz'. Peki bir de zamanın önemini şöyle anlatmaya çalışayım filmde geçen cümlelerle. Birkaç -ya da bir- kişinin yaptığı işi zamanında yapmaması yüzünden birisinin başına gelen kaza hatta o kişinin ölümü gerçekleşir mi? Mesela filmdeki Daisy karakterinin arkadaşının bağcığı çözülmeseydi, adamın alarmı zamanında çalsaydı ve beş dakika gecikmesiydi, taksiye binen kadın mantosunu unutmayıp taksiyi kaçırmasaydı taksi yine de Daisy'e çarpar mıydı? Yoksa her şey olduğu gibi devam eder miydi?

Film bana çağımızda gençleşmek için yapılan uğraşları da hatırlattı. Mesela şimdi kaç kişiye sorsak gittikçe gençleşmek ister değil mi? (Sanırım herkes ister.) Peki ya gençleşme uğruna giderek küçüldüğünüzü düşünsenize. Benjamin gibi ergen yaşlarına dönüp bebek olarak ölmeyi ister miydiniz? İstemezdiniz değil mi? O yüzden bu filmi izleyin ve gençleşmekten vazgeçin. :) Estetik ameliyatları, küçük operasyonları, yaptığınız o -badana gibi- makyajları da yapmayın, bırakın yaşınızın gerektirdiği gibi yaşayın. Amaan sen sanki yaşlandın da böyle rahat rahat konuşuyorsun tabii diyorsunuz değil mi? Demeyin çünkü bende de o belirtiler başladı. Saç beyazlamaları, göz kenarındaki kırışıklıklar!.. Ama hiçbirini tamamen kapatma ihtiyacı duymuyorum. Yeri geliyor beyaz saçlarımın çoğaldığı haliyle bile aylarca dolaşıyorum. Ama nedense her üç kişiden birisi "Ay Duygucuğum saçların beyazlamış."demeden duramıyor. Bu kadar mı korkuyorsunuz -korkuyoruz- doğallıktan ya da yaşlanmaktan? Siz siz olun olabildiğince kendiniz olabildiğince doğal kalın.

Son olarak filmin sonlarında geçen cümleleri yazayım ve konuyu kapatayım. "Herkes başka bir şey için doğar. Kimisi dans etmek, kimisi yüzmek, kimisi anne olmak, kimisi Shakespeare sevmek için..." Peki ya sen? En güzelinden günler, D!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder