Kategoriler

5 Aralık 2016 Pazartesi

Captain Fantastic


 Selamlar fantastik olmayanlar. Ne dersiniz özgün bir hikayeye doğru yola çıkalım mı? Seninle yola çıkamam Duygu derseniz buyrun izleyin filmi, kendiniz karar verin. İzlediğim hiçbir filme benzemiyor hatta okuduğum (hatırladığım kadarıyla) hikayelerde bile rastlamadım bu konuya. Nasıl merak ettiniz değil mi?


 Konusu eşsiz, eğlenceli, çarpıcı, az biraz düşüncelerinizi zorlayan cinsten. Neredeyse dış dünyaya tamamen kapalı bir aile, bir baba ve altı çocuk... Sıradan yaşam şeklinin dışındalar. Doğmak, büyümek, okula gitmek, iş bulmak, evlenmek, çocuk yapmak, huzursuz bir evde vakit geçirmek, birbirini kısıtlayan bir aileye sahip olmak, emekli olmak ve ölmek... İşte bunlar, bunlar onlara göre değil. İnanılmaz bir şekilde yetişmiş altı çocuk, mükemmel bir fiziksel-ruhsal-kültürel eğitim. Yalansız, aldatmacasız, açık bir hayat! Düşünsenize küçüklüğünüzden beri öyle yetiştirildiğinizi, sen anlamazsın daha küçüksün cümlelerinden uzakta -sözde küçükleri korumak için kurulan basmakalıp cümleler- belki de hayata bakış açınız daha farklı olurdu belki daha az hata yapardınız belki daha çok severdiniz belki hiç yalan söyleme ihtiyacı duymazdınız kim bilir?.. Ya da sadece filmin etkisinde olduğum için bu kadar rahat konuşuyorum.



 Bütün bunların dışında dünyaya kapalı yaşamak, teknolojiden, kolaylıklardan, arkadaşlardan vb. şeylerden uzak kalmak... Bir de üstüne yaşam stilinizi kimsenin anlamadığını hatta herkesten farklı olduğunuz için size garip gözlerle bakıldığını, onların dünyasını bilmediğiniz için dalga geçildiğinizi düşünün. Bilmiyorum bunların hepsine dayanabilir miyiz şu anki hayatlarımıza sahipken!



 Ya da en güzeli ne yapalım biliyor musunuz? İzleyelim filmi üstüne oturup tartışalım sonra gidip akıllı telefonlarımızı, bilgisayarlarımızı, müzik çalarlarımızı vb. kullanmaya devam edelim her zamanki gibi. Tabii ki onlar gibi olacak halimiz yok Duygu hangi dünyada yaşıyoruz, diyeceksiniz. Haklısınız aynısını ben de düşünüyorum. Ne bileyim sadece biraz daha yalın biraz daha abartısız biraz daha samimi biraz daha sevgi dolu mu yaşasak acaba diyorum?...



 Bir de başrolde Sevgili Aragorn var. Daha ne olsun. Sevgiler, D!

The Fall



 Mini mini seriler gelip rüyalarıma girdiler. ^_^ Bu aralar nedense eski dizilerimin çoğuna ara verdim. Sıkıldım sanırım aynı konulardan. Mini seriler daha yoğun oluyor daha etkileyici oluyor. Ha tabii ki eski dizilerime ihanet etmiş olmak istemem sonuçta onları da çok seviyorum sadece çoğuna küçük birer ara verdim. ^_^  Bu dizi o kadar dehşete düşüren bir konuya sahip ki nasıl anlatsam bilemedim. Gerilimi hissedebiliyorsunuz yüksek dozda. Özellikle gerçekçi bir hikayesi olduğunu düşünürsek!..

 Ee ne anlatıyor ki derseniz temel noktası fazla seri bir katilin işlediği cinayetleri anlatıyor. Alt katmanlarında ise katilin o noktaya nasıl geldiğini, çocukluğunda neler yaşadığını anlatıyor. Bir de diğer tarafta polisler, olay yeri incelemeleri, kanıtlar, adli tıp, psikiyatrlar, akıl hastaları, avukatlar, duruşmalar, savcılar, o şehrin insanlarının yaşadığı korku, katilin hayatına bir şekilde dokunan insanların hayatları, onların düşüşleri vb.

 Bana Dexter Morgan, Hannibal Lecter, Norman Bates vb. katillerden farkını söyle derseniz hikayesi her zaman gerçekleşebilecek, her an karşımıza çıkabilecek bir katil Paul Spector. Dizinin iyiliği, kötülüğü, kalitesi, oyuncuları arasında karşılaştırma yapmıyorum ama yanlış anlamayın orayı. Favori katilin kim derseniz Dexter derim şu an için. Ama ben polisiye-gerilimi en çok romanlarda seviyorum onu da söyleyeyim. En son geçen aylarda Jo Nesbo'nun Leopar kitabını okudum. O tarzı severseniz bir göz atın derim.

 Güzel bir gerilim, güzel bir dram, güzel bir polisiye dizisi arıyorsanız izlemeyenler izleyenlere kesinlikle izlettirsin derim.

 Ve gününüz bu konulardan oldukça uzakta bir güzellikte geçsin, sevgiler D! :**

27 Kasım 2016 Pazar

11.22.63


Selam! Hani The Night Of dizisi için yazdıklarım vardı ya. 'Sağlam bir mini dizi' diye tutturmuştum da tutturmuştum. Hah işte bu diziyi de alın aynı rafa koyun. Tertemiz, abartısız, oyuncuları çok çok iyi olan bir dizi vb. Üstelik Stephen King romanından uyarlama. Hiç uzatmadan, konuyu başka yerlere çekmeden, bir şeyini çıkarmadan bitirmişler diziyi. Finali ise kesinlikle göz yaşını hak eden 2-3 dizi finalinden biriydi.


 Diziyi izlememize neler sebep olabilir ki derseniz: O güzel eski arabalar, James Franco'nun o enfes gülüşü, Sarah Gadon'ın göz kamaştıran güzelliği, geçmişteki kötü olayları değiştirmek istesek bile olanların olması gerektiğini bize öğretmesi, bölüm sırasında ve sonlarında çalan tadına doyum olmayan müzikler, 8 bölümlük bir mini dizi oluşu... Uzar gider böyle!

 Bu dizi aklıma ilk başta şu soruyu getirdi bende: Geçmişe gitme şansınız olsaydı -yani bir şeyleri düzeltme şansı- kendinizle ilgili bir durumu mu düzeltmeye çalışırdınız yoksa tüm dünyayı etkileyecek bir şeyleri mi düzeltmeye çalışırdınız?

En güzelinden akşamlar, D!★

22 Kasım 2016 Salı

ANOTHER EARTH


 Merhaba sevgili varlığından haberdar olmadığım okurlar. Bugün bir çılgınlık yapıp bu filmi izlemeye ne dersiniz? Tabi eğer filmdeki sakinliği ve yoğunluğu kaldırmak istiyorsanız. Hani olur ya bazı günler bazı filmler bize fazla sıkıcı gelir ama aslında başka bir gün izleseniz çok sevebilirsiniz o filmi. Hıh işte bu da o tarz filmlerden. Dram ağırlıklı bilim kurgulardan.

 Uzay bilimiyle (ya da daha doğru terimi her ne ise) fazla alakamız olmasa bile (yani benim pek var sayılmaz da) Dünya'dan başka yaşanacak gezegenler için yapılan araştırmaları çok yüzeysel olsa da hepimiz okumuşuzdur/duymuşuzdur. Filmin adından da anlaşılacağı gibi ikinci bir dünya keşfediliyor ve diğer bizler olduğu anlaşılıyor, bir nevi paralel evren hikayesi. Ama işin o boyutu geri planda. Daha çok afişte gördüğümüz Brit Marling'in (Rhoda) yaşadığı olayları anlatıyor. Biraz aşk biraz bilim kurgu çokça dram içerikli ilginç ve izlenmesi gereken bir film.

 Eğer bu tarz filmlerden hoşlanıyorsanız şunlara da göz atın derim:
- I Origins
- The Signal
- Melancholia
- Coherence
- Parallels
- Man From Earth
Bir de paralel evrenlere, sonsuz bizlere vb. ilginiz varsa dizi olarak Fringe'i önerebilirim özellikle bilim kurgu kısmı daha ağır basıyor.

 Bizden bir. hatta sonsuz adet olduğunu bilseydiniz sizden ne gibi farklarının olmasını isterdiniz? Bu güzel soruyu düşünerek renkli rüyalar görmeniz dileğiyle. En güzelinden geceler, D!

10 Kasım 2016 Perşembe

DOCTOR STRANGE




 Merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Uzun zamandır yorum yapacak kadar sevdiğim bir film çıkmamıştı karşıma. Dün sinemada izlediğim bu film beni tekrar yazmaya teşvik etti.

 Filmin fragmanlarından, afişinden, adından da tahmin edeceğiniz üzere fantastik bir dünyayı anlatıyor. Konusuyla ilgili, her zamanki gibi yorum yapmayacağım. İzlemediyseniz eğer ipucu vermiş olmak istemem. :) 

 -Marvel filmlerinden hoşlanıyorsanız,
-Çizgi roman karakterlerinden olan Doctor Strange'i seviyorsanız,
-Bir Benedict severseniz,
-Fantastik film tutkunuysanız,
-Büyüleyici bir görsel şölen izlemek istiyorsanız,
- ... bu filmi kesinlikle üç boyutlu olarak izleyin derim.

 Dr. Strange ile ilgili daha önce hiçbir bilgim yoktu ama sanki çoğu oyuncu oynadığı karakter için biçilmiş kaftandı. Kim ki sence onlar derseniz size: Dr. Stephen, Mordo, Wong, Kaecilius ve The Ancient One derim. Benedict'e olan sevgimden dolayı mı ön yargılı (Bu arada küçük bir bilgi. Ukalalık değil inanın ki. Ön yargı olumlu durumlarda da kullanılan bir kelime. Genelde olumsuz durumlarda kullanıyoruz ama ondan açıklama yapmak istedim.) davranıyorum diyorum ama yok arkadaşım adam gerçekten iyi bir oyuncu. Ki onu soğuk bulanlara rağmen!

 Filmle ilgili çok beğendiğim konulardan biri ise ego, kompleks, kibir konusuna çok güzel bir şekilde değinmesiydi. Gerçekten hepimizde az da olsa barınan kötü duygular. Hakkımız varsa gerçekten iyi olduğumuz konularda ego sahibi olabiliriz belki ama aşırıya kaçmamak şartıyla... Günümüzde (özellikle Instagram dünyasında) bakıyorum da herkes kendisini mükemmel olarak görüyor. Yok efendim 'en iyisini ben bilirim'ler, 'en iyisini ben yaparım'lar, 'sizin yaptıklarınız bildikleriniz nedir ki'ler... BEN BEN BEN BEN! Ha Dr. Strange gibi işinizde mükemmelseniz bir şey diyemem ama onun dışında herkesin yaptığı şeyleri bile çok iyi yapamıyorsanız bırakın bu ben ben ben durumlarını. Yazık etmeyin gülünç duruma düşüyorsunuz. Gelin bu filmi izleyin ve anlayın başınıza neler gelebileceğini. :)

 Bu arada hangi Marvel filmlerini seviyorsun Duygu derseniz: Iron Man, Avengers, Deadpool, Ant-Man, Agents of S.H.I.E.L.D. ve Doctor Strange derim. Ve kesinlikle bu saydıklarıma bir göz atın derim. Belki seversiniz siz de benim kadar. Sevmezseniz de siz bana önerin bu saydıklarım dışında. 

 Benedict Cumberbatch'a olan sevgimden o kadar bahsettim ya bir de onun filmlerinden birkaç öneri yapayım size. (Tabii hepsinde başrolde değil.) Belki izlemek istersiniz.
-Sherlock
-Black Mass
-The Imitation Game
-12 Years A Slave
-The Other Boleyn Girl
-Atonement

 Dr. Strange 1978 yılında da film olarak yayınlanmış bu arada. Gerçi IMDb puanı çok düşük ama acaba izlesek mi ne dersiniz? Keyifli güzel günler sevgili gençler diğer filmlerde görüşmek üzere. Hoşça kalın!

25 Ekim 2016 Salı

The Night Of


 Merhaba filmseverler birkaç ay önce büyük bir heycanla izlediğim diziyi sizlerin huzuruna çıkarmak istedim. Instagram'da yazmıştım aslında ama buraya aktarmak istedim, kalıcı olsun diye. Şimdiden keyifli okumalar, izlerseniz de iyi seyirler.

 Avukatların, hakimlerin, öğrencilerin, dizi meraklılarının dikkatine!!! Hadi bana bu diziyi anlat Duygu derseniz eğer size şu kelimeleri sayarak başlarım: çarpıcı, etkileyici, büyüleyici, merak uyandıran... Hani şu kelimenin tam anlamıyla dediklerinden! Yalın, abartısız, gerçek, içten, dürüst bir senaryosu var. Oyuncuları gerçek anlamda çok iyi. O çok iyi sandığımız oyunculardan bile (en azından bu dizi için). Birileri baya bir uğraşmış anlayacağınız. "Hadi şöyle iyi bir dizi yapalım." dememişler. "Hadi arkadaşlar yıllar sonra hafızalardan silinmeyecek, hala tavsiye edilmeye devam edecek bir mini seri yapalım." demişler. Ki eminim siz daha iyi bilirsiniz böyle diziler nadir bulunur.

 Çok sevdiğimiz dizi sayısı eminim hepimiz için 5-10 tanedir. Ama hadi bakalım mükemmel diyebileceğiniz dizileri sayın desem 2 ya da 3tür. Ya da bilemiyorum 10 tane diyen de çıkabilir. İşte bu benim için mükemmel olanlardan.

 Hadi olmadı başka şekilde anlat Duygu derseniz size 'ürkek bir ceylandan vahşi bir kaplan yaratma' dizisi diye anlatabilirim. Ya da 'her insanın içinde hem iyi hem kötü karakter vardır' dizisi diyebilirm. Ya da 'bu dünyada kimin iyi kimin kötü olduğunu bilemeyiz' dizisi de diyebilirim. Ya da her neyse siz izleyin karar verin en iyisini siz bilirsiniz. Mesela avukatsanız izleyin, hakimseniz izleyin, adalet sisteminin herhangi bir parçasıysanız (ki hepimiz birer parçasıyız) izleyin, meraklıysanız izleyin, katil kim dizilerini seviyorsanız izleyin, din-ırk ayrımı nasıl olur merak ediyorsanız izleyin, iyi bir aile sahip olduğu çocuğundan nasıl şüphe eder ya da etmez diye merak ediyorsanız izleyin... Daha uzatabilirim bunları. 2. sezon çekilecekmiş fakat konu ne olur, bunun devamı niteliğinde mi olur, tema aynı farklı kişiler, farklı davalar mı olur vb. bunların hiçbirini bilemem. (Ki sanırım çekilmeyecek. Bugün öyle bir şey okudum.) Bence siz oturun ve sadece izleyin. İzleyenler ben ne yapabilirim demeyin izlemeyenlere kesinlikle izlettirin!

7 Eylül 2016 Çarşamba

Film İzleme Halleri

 Merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Bugün film önerisi yapmak yerine film izleme hallerimi paylaşmak istedim sizinle. Yani bol bol fotoğraf olacak aşağıda. Fotoğraftaki filmleri de ayrıca yazacağım belki merak edersiniz diye.

 Sahi film izlerken koşullar nasıl olmalı sizce? Sessiz bir ortam, karanlık bir oda, akşam saatleri, boş ya da dolu bir kafa, iyi bir kulaklık ya da ses sistemi, o filmi izlemek için uygun bir ruh hali, yanınıza bir arkadaş bir sevgili ya da tek mi olmak istersiniz?.. Yoksa yeter ki film izlemek isteyeyim beni hiçbir şey bağlamaz diyenlerden misiniz? Yoksa ben filmi sadece sinemada izlerim diyenlerden misiniz? (Ben hem sinemada hem arkadaşlarımla, ablamla ya da evde tek başıma izleyengillerdenim.) Şimdiden iyi okumalar, fotoğraflar için de iyi seyirler. Sevgiler, D!


Sicario


Alice In Wonderland


Moulin Rouge


Up
 Big Hero


Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku



The Walking Dead



Agents Of S.H.I.E.L.D



I Origins


Filmi sevmeyip Sleepy Hollow'u açmıştım. :)



Star Wars



Suffragette



Legend



American Horror Story



46 Yok Olan



Pixels



The Simsons Movie



The Curious Case Of Benjamin Button



The Social Network




American Horror Story



The Path



Shameless

5 Eylül 2016 Pazartesi

Equals


 Merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Size birkaç aydır izlemek istediğim fakat dün izleme fırsatı bulduğum -nasıl ama hiç vaktim yok inan ki diyenler gibi oldum değil mi?- bir filmden bahsedeceğim.


 Filmi IMDb'den Kristen Stewart'ın oynadığı/oynayacağı filmleri incelerken buldum. Kendileri bilim kurgu-romantik-dram kategorilerindeler. Fakat öyle olağanüstü sahneleri olan, bol aksiyonlu, ilginç bir kurguya sahip olan filmlerden değil. Ben izlerken aklıma George Orwell'in 1984 adlı romanı geldi niyeyse. Belki ne alaka diyeceksiniz ama sanki temel noktaları aynıydı. Sadece 'Equals' filmi aşk üzerine kurgulanmış hali gibiydi. Herkesi duyguların yasak olduğu, kendi yarattıkları bir ütopyada yaşatmaktı tek amaçları. Bu ütopyada yaşanmaya çalışılan bir aşkı anlatıyor abartısız, saf, temiz bir şekilde.



 Belki birçok insan sıkıcı, izlenmeye değmez, vakit kaybı vb. şekilde tanımlayabilir. Hatta yorumlarda 'rezalet bir film' tanımını bile gördüm. Bunca emeği çöpe atıp sırf sevmedikleri -hatta sevmediğimiz- filmleri, kitapları -hatta insanları- vb. şeyleri hemen kötülemek niye? Sıkıcı de, bana göre değil de ya da kurgusu zayıf de ama asla berbat deme. Hiçbir şey için hem de!



 Film bana aşkın tanımını gerçekten hissettirdi. Bitince bile aklımda kalanlardan oldu. Ki çoğu filmdeki sahneleri filmi kapatır kapatmaz unuturum genelde. Yani eğer bu tarz filmleri seviyorsanız, biraz da durgunluğu kaldırabiliyorsanız kesinlikle izleyin derim. Ama yok Duygu bize bu filmden başka aynı tarzda film öner derseniz hemen önereyim.

-The Giver
-Divergent
-The Hunger Games
-The Maze Runner
-Snowpiercer
-The Island
-In Time
-1984


 Ay yok yok bize Kristen'ı ver derseniz eğer:

-Twilight
-American Ultra
-Camp X-Ray
-Still Alice
-Clouds of Sils Maria
-Snow White and Huntsman
-On The Road
-Zathura.
Şimdilik izlediklerimden aklıma gelenler bunlar. Şimdiden iyi seyirler. Sevgiler, D!

2 Eylül 2016 Cuma

Dram-Komedi-Aksiyon-Animasyon Türlerinden Favorilerim

Merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Bugün dünkü yazının devamını yazıyorum. Dram-komedi-animasyon-aksiyon/macera türlerini arıyorsanız doğru yerdesiniz (yani sanırım). İzlerseniz ve beğenirseniz şimdiden iyi seyirler. Sevgiler, D!

••Şöyle bol aksiyonlu bir gün geçirmek isterseniz gelin aşağıdaki 13lüyü izleyin.

1- Camp X-Ray
2- Av Mevsimi
3- The East
4- The Imitation Game
5- Big Eyes
6- Léon
7- İtirazım Var
8- Django
9- Black Mass
10- Birdsong
11- American Sniper
12- The Monuments Men
13-  Sin City

••Şöyle bol abartılı, çizgili, renkli, hep iyilerin kazandığı bir dünyaya gidelim derseniz buyrun animasyon filmlerine.
1- Köfte Yağmuru
2- Thunder and The House of Magic
3- Rango
4- Wreck-it Ralph
5- Big Hero
6- The Book of Life
7- Home
8- Brave
9- The Nightmare Before Christmas
10- Paddington
11- Wall-E
12- Ratatouille
13- Frankenweenie

••Şöyle bol kahkahalı, bol esprili filmler izleyelim de keyfimiz yerine gelsin diyorsanız buyrun buraya gelin.
1- The Cobbler
2- The Secret Life of Walter Mitty
3- 50/50
4- While We'Re Young
5- The Grand Budapest Hotel
6- The Hundred-Foot Journey
7- Bana Masal Anlatma 
8- The Invention of Lying
9- Deadpool
10- Walk of Shame
11- How To Be Single
12- Chef
13- This Is The End

••Şöyle bir bunalıma gireyim bir iki saatliğine diyorsanız buyrun buraya ama korkmayın hüngür hüngür ağlamayacaksınız.
1- The Book Thief
2- The Dreamers
3- Anna Karenina
4- Whiplash
5- Begin Again
6- Burnt
7- Sekiz Saniye
8- Great Expectations
9- The Theory of Everything
10- You'Re Not You
11- Les Misérables
12- If I Stay
13- Clouds of Sils Maria

1 Eylül 2016 Perşembe

Romantik Komedi-Bilimkurgu-Fantastik Türlerinden Favorilerim


••Romantik/romantik komediyle başlayayım hazır aşkı sadece kitaplardan, filmlerden takip ediyorken... 😁 13 filme de ayrı ayrı güveniyorum. Bazıları biraz sade -hatta belki sıradan- olabilir ama hepsi keyifle izlenecek filmlerdir emin olabilirsiniz. Olabilmezsiniz belki de bilemiyorum. ^_^ Hep yazarım ya "Film zevkleri de değişebilir." diye.

1- Brooklyn 
2- Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
3- The Vow
4- One Day
5- Definitely, Maybe
6- Love Rosie
7- The Age of Adaline
8- Winters Tale
9- Remember Me
10- Corpse Bride
11- Enough Said
12- About Time
13-Before Sunrise/Sunset/Midnight



••Bilimkurgu-fantastik türleriyle devam edeyim. Şöyle gerçek dünyadan uzaklaşmak isterseniz ya da az biraz bilimle alakadar olmak isterseniz buyrun bu türe derim. 

1- Dark Shadows
2- Predestination
3- Dorian Gray
4- Beetlejuice
5- Ex Machina
6- I Origins
7- Sleepy Hollow
8- Perfume
9- Man From Earth
10- Limitless
11-Transcendence
12- Lucy
13- Perfect Sence


••Şöyle kendimi eve kapatayım güzel güzel dizi izleyeyim, biraz da onların dünyasında hissedeyim kendimi diyorsanız o zaman buraya koşun derim. Çünkü bugüne kadar bu dizileri hiç sıkılmadan izledim desem yalan olmaz. Çoğunu sezonla birlikte izledim. Ama bazılarını sonradan keşfettim ve başladım. En önemlisi hala dizi aradığımda ahh ahh şu diziler gibi beni kendine bağlayan diziler bulsam derim. O zaman uzatmadan yazayım neymiş bunlar diye. Ha bu arada bu listeye girmeye aday bir dizim daha var, sezonu biter bitmez onu da paylaşacağım sizlerle. 

1- Shameless
2- The Walking Dead
3- Fringe
4- Gossip Girl
5- Sex and The City
6- Sherlock
7- Kardeş Payı
8- Black Mirror
9- Orphan Black
10- American Horror Story
11- Dexter

26 Ağustos 2016 Cuma

Chloe and Theo


Merhaba bu yazıyı okuyanlar! Bugün bu güzel filmi size filmde geçen birkaç cümleyle anlatacağım.  Şimdiden iyi okumalar ve hatta izlerseniz iyi seyirler. Sevgiler, D!

 ...Çok geç kaldık. Liderlerinizin bir şeyleri değiştirmek için güçleri yok. Televizyonlarınız gerçek güce sahip. Sizi ihtiyacınız olmayan şeyleri almanız için mecbur bırakıyorlar. Ve değersiz olan şeyleri size aldırıyorlar. Hareket etmese bile size araba kullanın diyorlar çünkü herkes bir araba kullanıyor. Şehirlerde hiç temiz hava kalmamış.  Sizin görünüşünüz ile dalga geçiyorlar ve sizin mutluluğunuzu etkiliyorlar. Yaşadığınız her gün, her şey bu kadar yozlaşmışken her şey tüketim, ziyan etme ve aç gözlülüğe dayanırken sizin liderleriniz doğa hakkında ne yapabilir ki? Hiçbir şey kalmayana kadar mutlu olamazsınız...

21 Ağustos 2016 Pazar

The Social Network (Sosyal Ağ)


 Merhaba bu güzel film hakkındaki bu güzel yazımı (Ne var canım biraz abartıdan kim ölmüş?) okuyanlar. Gecenin bu saatinde belki de iyi geceler diye başlamak daha iyi olurdu. Neyse artık veda kısmında dilerim gecenizin iyi olmasını. Eğer sonuna kadar okumazsanız geceniz korkunçlu geçecek demektir, Nİ HA HA HA! (Yani rüyalarınıza Dexterlar, Hanniballar vb. girsin demek oluyor bu. Ya da oyuncak bebekleriniz canlansın birer Chucky'e dönüşsün.)



 Şakanın tadı kaçmadan filme döneyim ben. ^_^ Filmi 8 kelimeyle anlat derseniz size şunları sıralardım: Azim, fikir, cesaret, arkadaşlık, düşman, zeka, öngörü, gözlem. Bunları uyum içinde, arada güzel müziklerle, abartısız oyunculuklarla vb. harmanlarsanız ortaya 'Sosyal Ağ' filmi çıkar. Mark Zuckerberg'in hayatını herhangi bir yerden okumadım ya da izlemedim ama Jesse Eisenberg öyle bir karakter için doğru bir seçim olmuş gibi. Oynadığı birkaç filmi ve kendisinin oyunculuğunu sevmiştim. Sanki insana hayat enerjisi veriyor, seni bir şeyler yapmaya itiyor gibi bir halde sürekli. Hangi filmlerini izledin derseniz? 》 American Ultra, Batman v Superman, Now You See Me, To Rome With Love. Hangi filmini izlemek isterdin derseniz? 》 Café Society.




  Filmde beğendiğim şeylerden biri korkusuzca blog yazmasıydı. ( Öfkeyle neler yazılır neler. :) )  Arkadaşının kulübe üye olmak için yanında tavuk dolaştırması ve yemek olarak ona tavuk vermesi. 😁 Ayrıca bu konuyu savunurken "Ne var yani büyük balıklar küçük balıkları yemiyor mu?" demesi de çok iyiydi. Sahi ya insanlar, alemler içerisinde hayvanlara giriyor ve biz kendi alemimizdekileri yemiyor muyuz? Hatta daha da ayrıntıya girersek memeliler sınıfındayız ve o sınıftaki canlıları yemiyor muyuz? Yoksa yoksa biz de mi yamyamız!!! Pardon konu biyolojiye geldi. Biyolog olmanın şeyleri (faydaları/zararları) işte. Ama filmde zaten en belirgin olan şeyi daha da çok sevdim. Mark'ın hayatını bir kenara bırakıp sadece filme odaklanırsak (Ki kenara bırakılacak bir hayatı yok ama neyse o da benim esprim olsun.) bir üniversite öğrencisinin aklına gelen bir fikir sayesinde yüzmilyonlarca kullanıcıya sahip bir internet sitesi/hesabı oluşturmak sizce de heycan verici değil mi? Özellikle de benim gibi arada bir durağan arada bir hareketli hayata sahip biriyseniz...




 Sahi bizler fikirlerimize sahip çıkıp hayata geçiriyor muyuz ve onları daha da ileriye götürüyor muyuz? Benim bu yıllarda yaptığım şey izlediğim ve bir şekilde sevdiğim filmleri Instagram hesabı üzerinden bir cümleyle anlatmaktı. (O cümle de "İzleyenler izlemeyenlere kesinlikle izlettirsin."di.) Sonra bir cümle, Instagram'dan tanıdığım birinin bloğu için kendi çapımda yazdığım (Ki hala kendi çapımda yazıyorum. Kim öyle yapmıyor ki? Her kavram göreceli değil mi neredeyse, en iyi diye sunulan şeyleri bile beğenmiyor olabiliriz!) bir yazıya dönüştü, ondan ilham alıp bir Tumblr hesabı açmaya ve orda yazamaya dönüştü sonra, şimdi ise bir arkadaşım sayesinde bu bloğu açmaya ve haftada bir Instagram üzerinden belli bir tür içerisinde izleyip bir şekilde sevdiğim filmleri topluca yazıp/fotoğraflamaya dönüştü. (Bknz. https://www.instagram.com/p/BJSw5G_gqJb/ #cumaklasigiolsun tag'ine)




 Biyografi filmlerinden hoşlanıyorsanız (Steve Jobs filminden pek hoşlanmamıştım söylemeden geçemeyeceğim.), biraz işin içinde gerilim ve dram olsun diyorsanız, Facebook'un temelini yani nasıl oluşturulduğunu merak ediyorsanız, Jesse'yi seviyorsanız, kendinize bir ilham kaynağı arıyorsanız ve bir yerlerden başlamanız gerekiyorsa izleyenler izlemeyenlere kesinlikle izlettirsin derim. İyi geceler,  D! (Hadi iyi geceleri aldınız. Buraya kadar okuduysanız başınıza gelebilecek en güzel şeyler gelsin, yaşayabileceğiniz en iyi hayatı yaşayın. Okumadıysanız...)

20 Ağustos 2016 Cumartesi

The Shallows (Karanlık Sular)



Merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar! Bugün sinemada izlediğim filmi anlatacağım size biraz. Biraz diyorum çünkü her zamanki gibi kendi hayatımla ya da çevremde olup bitenlerle harmanlayacağım. 



Filme girmeden önce bu filmi izleyen bir arkadaşıma sordum güzel mi diye. Güzel yanıtını aldım. Ama sonra fragmanını izledim, filmin çoğunluğu tek kişilik performanstan oluşmuş. Hmmmm... Sonra aklıma 'Gravity' ve 'The Martian' filmleri geldi. Tek bir kişi koskoca filmi gayette başarıyla oynayabilir dedim. ( Tabii martının ve köpekbalığının performansını göz ardı edemem. :) ) Ve aldım biletimi. 



Sinemada izleyince çok daha etkiledi köpekbalığı sahneleri. Ordaki gerilimi gerçekten hissettim. Ve tabii Nancy'nin kendi bacağını diktiği anı!.. DVD'sini alıp evde izlemek ya da bilgisayardan-internetten izlemek yerine kesinlikle sinemaya gidin derim. Blake Lively'nin sadece güzel değil aynı zamanda iyi bir oyuncu olduğunu da anladık bir kez daha. Tıpkı 'The Age of Adaline' ve 'Café Society' filmlerinde olduğu gibi! 



Film 'pes etme' cümlesinin ekrana yansımış haliydi resmen. Ha bununla ilgili çok daha iyi, pek çok film sayılabilir kabul ediyorum. Ama izleyince gayet güzel bir doksan dakika da geçirtmiyor değil. Benim sıkıcı, durağan, "işsizsin işsizsin işsizsin" cümlesini duyarak geçirdiğim şu günlere ilaç gibi geldi. 



'Pes etme' konusuna gelirsek eğer; ben hayatımda birçok konuda, birçok yerde, birçok farklı zamanda yaptım o işi. Okurken, çalışırken, arkadaşlarımla ilgili, işsizsin cümlesini söylenenlerle ilgili vb. En önemlisini de KPSS'de yaptım! Dershane denemelerinde, evde yaptığım o zor denemelerde 0,5 katsayıyla hesaplamama rağmen en az 85lerde puanlar almama rağmen gerçek sınavda resmen son 1 saatinde pes ettim. İlk 1 saatte normalden kat ve kat daha çok netlere ulaşmışken son 1 saatte birkaç soruda takıldım ve pes ettim. Devamını kesin yapamam, sanırım önceki puanlarım bir hayaldi ve kendimi kandırdım, zaten ben güçsüz bir insanım dedim, oturdum ağladım. Yani anlayacağınız PES ETTİM!.. 
Filmdeki Nancy karakterinin yerinde olsaydım daha ilk saniyede pes ederdim anlayacağınız. 



Nancy'nin hayatta kalmak için yaptıkları takdir edilecek cinstendi! Bir an martının boynunu kırıp yiyecek herhalde dedim ama beynim baya bir senaryo yazmış. :)) Ya da ben kızın yerine fazlasıyla acıktım ve canileştim! Neyse neyse olmadı öyle bir şey merak etmeyin. 



Denizde geçen bu tarz filmleri seviyorsanız ya da mücadeleci ruhum doysun diyorsanız ya da yok arkadaşım ben Blake'in güzelliğine doymak istiyorum diyorsanız "İzleyenler izlemeyenlere kesinlikle izlettirsin." derim. 

13 Ağustos 2016 Cumartesi

The Curious Case of Benjamin Button


Cumartesi öğleninden merhaba sevgili bu yazıyı okuyanlar. Bugün eski yazılarımdan bir şey paylaşmayacağım. İlk çıktığında sinemada izlediğim ve dün tekrar izlediğim filmden bahsedeceğim size. Aradan yaklaşık 8 yıl geçmiş bu filmi izleyeli. Dün izlediğimde filmi yeniden izlediğimi hissettim. Aradaki yerleri meğer hafızam silmiş. Ve ilk izlediğimde üniversitede 3. yılımdı. O zamanki Duygu'yla şimdiki Duygu arasında dünya kadar fark var. O zamanlarda insan daha duyarsız daha vurdumduymaz daha sorumsuz, hayatla ilgili detaylara daha az takılan birisi oluyor. Ha tabii ki bunların en kötü halinde değildim ama şimdiki sahip olduğum kişiliğim gibi de değildim. İstisnasız herkeste bu değişim görülür. Ve bence çok da iyi bir şey, insanın daha iyi bir kişiliğe doğru yol alması...

Neyse ben filmle devam edeyim en iyisi. :) Filmi izlemeye başladığımda aklıma iki soru geldi. 1- Birisini ya da bir bebeği (gerçekten) çok çirkinken sevebilir miyiz? 2- Seveceğimize emin olduğumuz birisi için doğru zamanı bekleyebilir miyiz?

Filmde düşündüren konulardan biri -hatta neredeyse düşündüren tek konu- de 'zaman' kavramıydı. Özellikle istasyondaki saati yapan adamı gördükten sonra aklıma geldi bunlar. Zamanın geriye işlemesi hatalarımızı telafi etmemize yardımcı olur mu? Yoksa o hatalarımızı yaptığımız için mi biz 'biziz'. Peki bir de zamanın önemini şöyle anlatmaya çalışayım filmde geçen cümlelerle. Birkaç -ya da bir- kişinin yaptığı işi zamanında yapmaması yüzünden birisinin başına gelen kaza hatta o kişinin ölümü gerçekleşir mi? Mesela filmdeki Daisy karakterinin arkadaşının bağcığı çözülmeseydi, adamın alarmı zamanında çalsaydı ve beş dakika gecikmesiydi, taksiye binen kadın mantosunu unutmayıp taksiyi kaçırmasaydı taksi yine de Daisy'e çarpar mıydı? Yoksa her şey olduğu gibi devam eder miydi?

Film bana çağımızda gençleşmek için yapılan uğraşları da hatırlattı. Mesela şimdi kaç kişiye sorsak gittikçe gençleşmek ister değil mi? (Sanırım herkes ister.) Peki ya gençleşme uğruna giderek küçüldüğünüzü düşünsenize. Benjamin gibi ergen yaşlarına dönüp bebek olarak ölmeyi ister miydiniz? İstemezdiniz değil mi? O yüzden bu filmi izleyin ve gençleşmekten vazgeçin. :) Estetik ameliyatları, küçük operasyonları, yaptığınız o -badana gibi- makyajları da yapmayın, bırakın yaşınızın gerektirdiği gibi yaşayın. Amaan sen sanki yaşlandın da böyle rahat rahat konuşuyorsun tabii diyorsunuz değil mi? Demeyin çünkü bende de o belirtiler başladı. Saç beyazlamaları, göz kenarındaki kırışıklıklar!.. Ama hiçbirini tamamen kapatma ihtiyacı duymuyorum. Yeri geliyor beyaz saçlarımın çoğaldığı haliyle bile aylarca dolaşıyorum. Ama nedense her üç kişiden birisi "Ay Duygucuğum saçların beyazlamış."demeden duramıyor. Bu kadar mı korkuyorsunuz -korkuyoruz- doğallıktan ya da yaşlanmaktan? Siz siz olun olabildiğince kendiniz olabildiğince doğal kalın.

Son olarak filmin sonlarında geçen cümleleri yazayım ve konuyu kapatayım. "Herkes başka bir şey için doğar. Kimisi dans etmek, kimisi yüzmek, kimisi anne olmak, kimisi Shakespeare sevmek için..." Peki ya sen? En güzelinden günler, D!

7 Ağustos 2016 Pazar

The Pianist


Merhabaa, geçen yıl yazdığım (yazarken 28 yaşına bile girmemişim düşünün, Aralık 11'de 29a gireceğim.)  bu satırları burdan sizlerle tekrar paylaşmak istedim. İzlediniz mi bu filmi ya da ne gibi izler bırakmıştı sizde? Bekliyorum yorumlarınızı.

Eveeet dün 2002'lerde çekilmiş olan bir filmi ilk defa izledim. Yıllardır adından çokça söz ettirdi. Özellikle de aldığı Oscar ödüllerinden. İzleyeyim izleyeyim diye diye düne kadar uzattım eylemi gerçekleştirmeyi maalesef.

Bir biyografi filmiymiş aynı zamanda, hatta baş karakterimizin kitabı bile yayımlanmış. Her zamanki gibi yeni araştırıp öğreniyorum. (Neyse kızmayın her şeyi bilmeye hangi insanoğlunun vakti yetmiş. :) Diyip durumdan sıyrılayım!)

Film ciddi anlamda etkileyici sahnelerden oluşuyor, zaten 2. Dünya Savaşı insanlık suçu savaşı diye de anılmıyor mu? Ya da ben mi öyle adlandırdım bilemedim. Adrien Brody abimizin (Amca da diyemem ki adam 42 yaşında ben 28 yaşında olacağım haftaya :) ) oyunculuğu G A Y E T iyiydi her sahneyi hissettirdi, hatta diğer oyuncular da gayet başarılıydı. (Zaten 3 Oscar kazanmış film ne haddime eleştirmek. Diyemeceğim Oscar kazananlardan nefret ettiğim oyuncular da var. Bknz. Julianne Moore!) Kolay değildir o sahneleri oynamak. İnsanoğlunun hayatta kalmak için neler yapabileceğini de gösterdi az çok bize!

Ama … Yani bu karakterimiz çok muhteşem şeyler başarmadı, ne bileyim savaş karşıtı grupta yer almadı. Evet yardım etti onlara az da olsa ama büyük şeyler başarmadı. Sadece hayatta kaldı o da çoğunluğu yardım edenler sayesinde! Piyanoyu çok iyi çalması mı ona tabi ki lafım yok! (Her ne kadar bir bilgi sahibi olmasam da.) Ha şimdi diyeceksiniz ki Duygucum kolaysa sen yaşa o dönemi de gör bakalım büyük bir şey mi başardı yoksa küçük bir şeyler mi? Demeyin. Çünkü Schindler’s List filminde neler başarılacağını gördük! Life is Beautiful filminde o sıcaklığı, insanlığı gördük. Lafım filme değil konuya yani anlayacağınız. Yoksa film başarılı ve etkileyiciydi! Ama o saydığım filmlerden farklı olması bir bakıma güzeldi. Çünkü aynı konu aynı yönlerden anlatılsaydı benzetmeden duramazdık.

Neyse iyisiyle kötüsüyle -ki kötüsü yoktu nerdeyse- bir ‘izleyenler izlemeyenlere kesinlikle izlettirsin filmi’ idi.. Güzel günler gençler!..

29 Temmuz 2016 Cuma

Sleepy Hollow




Merhaba tekrar ve tekrar. Bugün fantastik bir yolculuğa çıkalım ne dersiniz? Hem de 1999 yılının İngiltere'sinin korku dolu bir şehrinde!.. 


Yüzler yüzler yıl öncesinin hikayesi… Büyük büyük büyük büyük büyük büyük dedemiz Washington Irving tarafından yazılıp çizilen ‘The Legend of Sleepy Hollow’ öyküsünden esinlenilmiş. Üstüne nice kısa ve uzun metrajlı filmler, çizgi filmler ve diziler yayınlanmış. Daha önce hiçbirini izlemedim ne yalan söyleyeyim karşılaştırma yapamıyorum. :/

Biraz korku, fazlasıyla da gizem barındırıyor bu güzel filmimiz. Hem Tim Burton amcamız çekmiş. Johnny Depp abimiz ve birçok abimiz ablalarımız da var. Ama en çok takıldığım Danny Elfman ismiydi. Hep en güzel film müziklerine imza atmış meğersem. Filmdeki müziklerin -özellikle korku, gerilim, gizem filmlerinde- filmi daha da üste taşıdığı inkar edilemez! Ne de olsa yüksek sesle izlenince tadı daha çok çıkar korku, gerilim, gizem filmlerinin.

Bir de bu filmimizin çekildiği yerlere hayran kaldım. Birçok yeri Canım İngiltere'de çekilmiş. Tabi bazı yerlerinde bazı sahnelerinde teknoloji sayesinde oynanmış olabilir o konularda bilgim yok. :)) Ama özellikle o orman sahneleri çok güzeldiii yaa! Resmen filmin içine giresim geldi, tabi korkudan çığlık atarak kaçardım ordan, orası ayrı. Johnny abimizi görene kadar yani. :))

Ichabod Crane ve Katrina Van Tassel aşkını da çok çok sevdim! ❤

Son olarak bir uyarı yapmak istedim. Korku sevmeyenler hiç başlamasın. Yani öyle aman aman bir korku sahnesi yoktu bana göre, hatta hiç yoktu. Ama korku unsuru da göreceli bir kavram sonuçta. Önceden bilin istedim. Saygıda kusur olmaz bende.❤ Biraz kesilen kafalar, gövdeler, az biraz da kanlı sahneler var. Siz karar verin size göre mi değil mi diye. Sevgiler ve saygılar, D!

28 Temmuz 2016 Perşembe

Stranger Than Fiction



 Merhaba tekrar! Bugün sıkıntıdan ne yapsam ne etsem diye dolandım durdum. Hayatımı bugünlük bir yazar yazsa ve ben oynasam olmaz mı? Olmaz değil mi neyse artık bu filmle idare edeyim ben de. Keyifli okumalar.


 Uzun zamandır tıkanmıştım sağlam bir film bulmakta. (Tıkanma kelimesini de bu filmdeki yazar tıkanması tabirinden aldım.:)) Neyse ki bu akşam sevgili arkadaşım imdadıma yetişti.

 Kitap okumayı sevdiğimden midir nedir anlamadım… Çok çok güzel bir film olarak tanımlayabilirim. Bir romanın akışıyla beraber devam eden bir hayatı anlatıyor. Hatta gerçek hayattaki bu başkarakter sonradan hayatının yazıldığını farkediyor falan falan falan… Oralara çok girmeyeyim daha izlemediğiniz için.

 Mesela hayatımızda üç beş kere demişizdir birisi bana ne yapacağımı söylese de ben pek beynimi yormasam diye. Ama düşünsenize kitabın -yani hayatınızın- sonunu öğrendiğinizi ve sonradan da olsa sahip olduğunuz güzel şeyleri kaybedeceğinizi!.. Hiç de iyi olmuyormuş yani. Biz biz olalım bazı şeyleri bilmeden -akışına bırakarak- yaşayalım. Hatta öyle bir yaşayalım ki her zamanki yaptıklarımızdan farklı olsun her yaptığımız şey. Çok kolaydı diyeceksiniz, sanki sen yapabiliyosun da buraya gelmiş rahat rahat nutuk atıyosun diyeceksiniz!.. Haklısınız da. Ama gelin biz kendi yaşamımızı kendimiz yazıp kendimiz oynayalım. Kendi seçimlerimizden ibaret değil mi zaten hayatımız?! (Hatta yakın zamanda bu söylediklerimle ilgili çok ilginç bir Türk filmi çekilmişti. Adı da 8 Saniye. Bence ona da bir göz atın. Bir de Third Person filmine… (Son söylediğim daha çok bir yazarı anlatan filmdi tabi.)

 Neyse siz bilirsiniz zaten yapacağınız şeyleri, güveniyorum bize! (Bu arada yine filmin sonunu izlemeden yorum yaptım. Bitince tekrar dönüp okumak daha heycan verici oluyor. Saygılarımla D.)

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Burnt



Merhabaa bu sefer daha farklı bir filmle karşınızdayım. Filmi hatırladım da şimdi, aslında o kadar çok mesaj içeriyordu ki alt katmanlarında. Neredeseyde her şeyini kaybetmiş bir insan baştan başlama cesaretini nasıl bulur? Kendimi düşünecek olursam sanırım bulamazdım. Hatta şuanda bile o durumdayım diyebilirim. Evet belki her şeyimi kaybetmedim ama çok uğraştığım, çabalağım bir hedefe sırf psikoloji bozukluğu uğruna ulaşamadım. Şimdi nerden başlayacağımı ne gibi bir hedefim olduğunu bilmiyorum bile. Bir yerden başla onu yap bunu yap şunu yap diyen o kadar çok ki kendileri bile saçmaladıklarının sırf akıl vermek için konuştuklarının ama aslında yanımda olmadıklarının farkında bile değiller! Ne de olsa bana -hatta benim gibilere- akıl değil gerçek destek ve ilgi lazım! Bakalım Bradley Cooper neler yapmış hayatı alt üst olduğunda?!


Çok pişmiş olarak çevrilip isimlendirilen bir film duydunuz mu hiç ben izledim bile. Bradley Cooper abimiz var yine. Hatta onunla ilgili Ojelidiyetisyen'ciğimle ortak bir yazı ( http://ojelidiyetisyen.tumblr.com/post/130480375618/film-%C3%B6nerisi-2 )  hazırlamıştık. Bu film bir şefin (hatta 2 Michelin yıldızlı) hayatını anlatıyor. Ama öyle ‘ayy neymiş adam bildiğin aşçıymış uyuşturucu yüzünden hayatı cehenneme dönmüş, bilmem ne, ay bir de çarpık çarpık ilişkiler varmış’ filmi diye tanımlamayın sakın internet sitelerindeki filmlerin altındaki ucuz yorumlar gibi!..

Bir kere filmde hayatı b.ka sarmış olsan bir adamın hayalleri var, hırsları var, dediğini yapan, olması için canını dişine takan bir adam var, öyle bi adam ki kimseye güvenmeyen tek başına ayakta duran pislik kelimesinin tanımı olan bi’ adam. Bu adam ki geçmişte yaşadıklarının cezasını gayet güzel bi’ şekilde çekti ileride. Amaaa gel gelelim ruhsal sorunlu olanlar bile gerçek sevginin, ilginin karşısında mis gibi olur, gerçek güzel insanlığa erişir. (Gerçek güzel insanlık mükemmellik değildir onu sonra anlatırım uzun uzun:))

Filmin anlatmak istediklerinden başka filmdeki o özenli yemekler, o güzelim sunumlar, o göz kamaştıran tabaklar, o restoran arkası hareketliliği bile göz doyuruyor! Zaten Bradley Cooper'ın o gülüşü (gözlerinin içi gülüyor derler ya), Sienna Miller'ın o doğal kendine özgü tavırları ve güzelliği, bir de Daniel Brühl vardı ki ahhh ahh!

Yemek pişirmenin ne kadar özen gerektirdiğini hatırladık hiç değilse aynen The Hundred-Foot Journey ve Chef filmlerinde olduğu gibi.. İzleyin gençler izleyin!